1871 yılının Ocak ayında, Prusya-Fransa savaşının son günlerinde, bir taraftan Alman topçusu muhasara altına aldığı Paris’i döverken, diğer taraftan Versailles Sarayında toplanan irili ufaklı Alman devletlerinin devlet başkanları ikinci Alman İmparatorluğunun yeni Kaiser’ini seçiyorlardı. Alman aydınlarının doksan yıllık rüyası nihayet gerçekleşmiş, Avusturya ve Lüksemburg dışında kalan bütün Alman halkları 25 üyeli bu federal imparatorluğun bayrağı altında birleşerek ulusal devletlerine kavuşmuşlardı. Avrupa anakarasının en merkezî yerinde hayat bulan bu güçlü imparatorluk jeopolitik açıdan hem çevresine karşı tehditkâr bir durumdaydı, hem de kendisi ciddi tehditlere açıktı. Yeni Almanya jeopolitik açıdan çevresi için bir tehdit oluşturuyordu, çünkü gelişen ekonomisinden ve disiplinli, eğitimli ordusundan | Kaiser I. Wilhelm |
güç bulan bu yeni “büyük devlet” o güne kadar anakaranın ortasında bulunan politik vakumdan yararlanan diğer büyük devletlerin eskisi gibi rahat hareket etmelerini önleyebilecek konumda ve güçteydi. Bundan böyle Avrupa anakarasında Almanya’nın onayı alınmaksızın tasarruflarda bulunmak kolay bir iş olmayacaktı.
Beri yandan aynı konum Almanya açısından ciddi bir tehdit oluşturuyordu, çünkü bu yeni devletin sınırları her bir yandan tehlikelere ve tehditlere açıktı. Batıda Fransa savaşı ve Alsace-Lorraine’i kaybetmenin verdiği kinle onulmaz bir düşmandı. Güneyde Avusturya–Macaristan 1866 yılında Prusya karşısında uğradığı yenilgi sonucu Alman Konfederasyonu’ndan uzaklaştırıldığı için hınçlı ve dolayısı ile potansiyel bir düşmandı. Rusya ile Prusya arasında geleneksel bir dostluktan söz edilebilirdi ama Rusya da batı sınırlarında aniden oluşuveren bu büyük tehditten çok da mutlu kalmamıştı. Prusya-Britanya ilişkileri de hep dostça olmuştu. Yine de kuzey sınırları Kuzey ve Baltık Denizlerinden oluşan ve donanması sadece birkaç sahil koruma gemisinden ibaret olan bu yeni İmparatorluk için güçlü bir donanma, örneğin Britanya Kraliyet Donanması, ciddi bir tehlike idi.
Tehdit savurmayı, kılıç şakırdatmayı politika sanıyordu
Dönemin şüphesiz en dirayetli devlet adamlarından biri, belki de birincisi olan Bismarck yeni devletin emniyetini tehdit eden bu koşulları görmüş; statükoyu korumanın en emin yolunun, yeni Almanya’ya duyduğu husumet yüzünden Avrupa barışını her an bozabilecek bir havada olan Fransa’yı politik olarak izole etmekten geçtiğini anlamıştı. Fransa’yı yalnız ve müttefiksiz bırakabilmek üzere 1873 yılında Almanya, Rusya ve Avusturya–Macaristan’ı “Üç İmparator Birliği” (Dreikaiserbund) adlı bir anlaşma ile bir araya getirmeyi başardı. Vakıa Britanya “müttefiklerimiz yok, yüksek çıkarlarımız vardır” diyerek kalıcı bir anlaşma imzalamaktan kaçınmıştı ama, bir yandan geleneksel dostluğun ikili ilişkilerde yarattığı sıcaklık, beri yandan hanedanlar arasındaki akrabalık ilişkileri, Britanya’nın tarafsızlığının da sıcak ve olumlu şekilde gelişeceğine işaret ediyordu.
Şansölye Bismarck (1873)Görünüşe göre Bismarck şansölye, Moltke de genel kurmay başkanı olarak görevde kaldıkça, Almanya’nın politik ufkunda güneş hiç batmayacaktı. Ne var ki zamanın akışını durdurmak olası değildi. Olaylar yaşlı ve yorgun Kaiser I. Wilhelm 1888 yılında son nefesini verdikten sonra hızla gelişmeye başladı. Liberal eğilimli ve barışsever Veliaht Friedrich kanserden mustaripti ve tahta çıktıktan sonra, üç ay içinde o da yaşama gözlerini yummuştu. Artık Alman İmparatorluğu genç II. Wilhelm’e kalmıştı. Wilhelm sol kolu sakat doğmuştu. Bu sakatlığın bir gün üstleneceği görevlerin yürütülmesinde olumsuz etkiler yapmaması için eğitimi bir hayli zor ve meşakkatli geçmiş, bu da Wilhelm’de bazı psikolojik sorunlar oluşmasına yol açmıştı. Özellikle İngiliz akrabalarının yanında yoğunlaşan ciddi bir aşağılık kompleksi vardı. Gerçek ya da sanal eksikliklerini saklamak için erkeksi olduğuna inandığı davranış ve nitelikler edinmeye gayret ediyordu.
Av partileri ve askeri törenler en büyük eğlenceleriydi; en çok askerlerin arasında rahat ediyor, uluslararası politikayı tehditler savurmak ve kılıç şakırdatmaktan ibaret sanıyordu. Herşeyden önemlisi, koca Alman İmparatorluğunun sünepe bir şekilde, statükocu bir politika gütmesini kabul edemiyordu. Almanya ve onun şanlı Kaiser’i güneşin altında layık oldukları yere kılıç şakırtıları arasında gelmeli; şu sevimsiz İngiliz akrabalara kimin daha üstün, kimin daha güçlü olduğu gösterilmeliydi.
Yaşlı şansölye ile genç Kaiser arasında ciddi bir uçurum oluşmuştu. Bismarck 1890 yılında yaptığı hizmetlere karşılık nişanlar ve topraklar hediye edilerek emekli edildi. Moltke ise 1888 yılında, daha 1850’li yıllarda Rheinland’da kolordu komutanlığı yaptığı dönemde maiyetine katıldığı Wilhelm’in ölümünden sonra kendi arzusu ile emekli olmuştu. Yeni Kaiser Almanya’nın rotasını kendi başına çizecekti.
Lakin çizilen bu yeni rotanın Almanya’nın felaketi olacağı kısa zamanda ortaya çıktı. Büyük ustanın emekliliği daha dördüncü yılını doldurmadan, onun oya gibi işlediği dış politikası göçmüş, en korktuğu şey gerçekleşmiş, Fransa ile Rusya Almanya’ya karşı güçlerini bir askeri ittifak çerçevesinde birleştirmişlerdi. Bu gelişmeler karşısında karalar bağlayan biri daha vardı: Genel Kurmay Başkanı Feldmarşal Alfred Graf von Schlieffen.
Artık bir savaş çıkması halinde Almanya’nın iki cephede birden savaşmak zorunda kalacağı kesinlik kazanmıştı. Mevcut ittifaklar sistemi içinde, bir savaş halinde Almanya’nın sadece iki müttefiki vardı. Bunlardan biri nerede ise Osmanlı kadar hasta olan Avusturya–Macaristan, diğeri de verdiği taahhütlerden ziyade yakın vadeli çıkarlarının arkasında duran kaypak İtalya’ydı. Bu koşullar altında Almanya nasıl kazanacaktı? Schlieffen’den yanıtı istenen soru işte buydu...
Zafer kazanılsa bile...
Bismarck’ın dirayetli politikası sayesinde Almanya’nın Fransa dışında ciddi bir düşmanı olmadığı dönemlerde dahi, Moltke Almanya’nın konumundan kaynaklanan potansiyel tehlikeyi görmüş ve bu tehditle başa çıkmak için dahili hatları kullanmaktan başka çare olmadığı sonucuna varmıştı. Basit tanımı ile dahili hatlar, düşman orduları biraraya gelerek yenilmez bir bütün oluşturmadan önce, onları teker teker yakalayıp imha edebilecek konumda olmak ve bu avantajı kullanabilmektir. Almanya’nın stratejik konumu buna müsaittir. Rus ve Fransız orduları Almanya bir baştan bir başa işgal edilmedikçe bir araya gelemezler. Dolayısı ile Alman ordusu önce biri sonra da öbürü ile tek başına savaşıp, sırayla ikisini de imha edebilir. Ancak bunun için zamanlama ve sürat birinci derecede önemlidir. Moltke henüz 1850’li yıllarda, dört tarafı potansiyel düşmanlarla dolu Prusya için henüz yeni gelişmekte olan demiryollarının önemini sezmiş, Prusya demiryolu şebekesinin seferberlik ve savaş dönemlerinde ordunun gereksinimlerini karşılayacak şekilde planlanmasını sağlamıştı. Doğallıkla 1871’den sonra da bu şebeke onun denetiminde geliştirilmiş, daha da mükemmel bir hale getirilmiştir.
Strateji uzmanı büyük Moltke (1800-1891)Moltke Bismarck’ın politik yaratıcılığı ve becerisi sayesinde Almanya’nın iki cephede birden savaşmak zorunda kalmayacağına inanmasına karşın, her iyi profesyonel gibi olası en kötü senaryoya karşı önlemlerini almıştı. Ona göre en kötü olasılık Almanya’nın Fransa–Rusya koalisyonuna karşı savaşmak zorunda kalması idi. Moltke bu duruma ilişkin ilk savaş planını hazırlamaya başladığında, Paris’in Prusya’ya teslim olmasının üzerinden üç ay bile geçmemişti. İlk taslaktaki düşüncesi, olası bir çatışma başlangıcında seferberliğini diğer ordulara göre çok süratle tamamlayabilen Alman ordusunun çok büyük bir kısmını batı cephesine sevkederek, zaten zayıf düşmüş olan Fransızlar karşısında kesin bir sonuç almaktı. Böylece batı cephesindeki harekât zaferle sonuçlandırıldıktan sonra, seferberlik işlemlerinin yavaşlığı nedeni ile henüz Prusya’ya karşı ileri
harekâta geçememiş Rusya ile rahatça hesaplaşmak mümkün olacaktı. Ama Moltke bu düşünceden çok çabuk döndü. Kesin zaferin kazanıldığı bir savaşta bile, Fransa’yı pes ettirerek barış masasına oturtmanın ne kadar zor olduğunu bu son savaşta gördüğüne işaret ederek, ileride de kesin bir zaferle sonuçlansa bile, bir tek harekât sonunda batı cephesinin kapatılabileceğine inanmadığını bıraktığı notlardan anlıyoruz.
Stratejik saldırı – taktik savunma
Moltke’nin bundan sonraki plandaki yaklaşımını “stratejik saldırı–taktik savunma” olarak tanımlayabiliriz. Bu yaklaşım şöyle özetlenebilir: Savaşın başlangıcı ile birlikte büyük bir hızla hareket edilerek düşman için çok önemli ve rahatlıkla savunulabilir bir bölge ya da kesim elegeçirilir. Bu işin stratejik saldırı kısmıdır. Taktik savunmaya gelince... Ele geçirilen bu topraklar derhal eldeki olanaklarla tahkim edilerek savunma hatları oluşturulur. Düşman kendisi için önemli olarak değerlendirdiği bu toprakları geri alabilmek için tekrar tekrar bu savunma hatlarına saldırılar düzenleyecektir. Bu sayede sınırlı sayıda kuvvetle düşmanın çok daha büyük kuvvetleri bağlanacak ve tahkim edilmiş hatlara saldıran düşman da savunmadakilere oranla çok daha fazla zayiat verecektir. Bu arada düşman bu saldırılardan zayıf düştüğünde, eldeki olanaklarla düşmana yerel saldırılar düzenleyerek onu daha da hırpalamak ve bozmak fırsatı da hep vardır. Bu ilkeden hareket eden Moltke ikinci plan taslağında seferberlik sonunda Alman ordusunu kabaca iki eşit parçaya bölmeyi ve bu parçalardan birini Fransız, diğerini de Rus sınırına göndermeyi tasarlar. Bu iki kuvvet hemen sınır ötesinde kalan stratejik önemi haiz bölgeleri işgal ederek savunma önlemleri alacaklardır.
Aradan geçen yıllar Almanya’nın potansiyel rakiplerinin işine yarar. Fransa askerlik çağına giren bütün Fransız erkeklerini orduya alır ve hepsine temel askerlik eğitimini verir. Böylece muvazzaf ve ihtiyat kadrolarını elden geldiğince zenginleştirir. Diğer taraftan Alman genel kurmayını ve seferberlik sistemini örnek alarak kendi genel kurmay örgütünü kurar ve seferberlik sisteminde ciddi reformlar yapar. Rusya da boş durmamaktadır. Onlar da hem seferberlik sistemlerini, hem de bunun altyapısını oluşturan demiryolu şebekelerini devamlı olarak geliştirmektedirler. Rakiplerinin kaydettikleri bu gelişmeler karşısında Alman yönetimi Alman ordusunun da büyütülmesi ve bütün Alman erkeklerinin eğitilebilmesi için Reichstag’a giderek ödenek isteminde bulunur, fakat liberallerden yüz bulamaz.
Bu değişen koşullar altında, Moltke masterplanında ciddi bazı değişiklikler yapmak gereksinimini hisseder. Rakiplerin artan gücü karşısında orduyu ikiye bölerek iki ayrı sınırda görevlendirmek lüksü kalmamıştır. Bu durumda Moltke ordunun büyük kısmı ile önce batıda Fransa üzerine ilerleyerek kendisine taktik savunma olasılığı verecek sınırlı bir stratejik saldırı yapmayı planlar. Gerekli savunma hattı oluşturulunca, ordu bütün ağırlığı ile Rus sınırına yığılacak ve burada da batıdaki gibi bir tampon bölge yaratılacaktır. Bu yeni planın en rahatsız edici yönü, ordu batı sınırında savaşmaktayken Rusların seferberliklerini tamamlayarak Doğu Prusya ve Silezyayı işgale başlamalarıdır. 1880 yılında Reichstag’ın muvazzaf Alman ordusunun kadrosunu 427,724 kişiye çıkarması, yani 26,000 kişi arttırması, biraz olsun rahatlama sağlar. Beri yandan Almanlar için tatsız bazı başka gelişmeler vardır. Fransızların Alman sınırında yapmakta oldukları tahkimat 1879 yılına gelindiğinde Moltke’nin planındaki bazı varsayımları geçersiz kılacak kadar ilerlemiştir. Artık hem Fransız sınırını geçerek bir savunma üssü oluşturacak toprakları işgal etmek eskisi kadar hızlı ve kolay olmayacak, hem de Fransızların bu tahkimattan Alman sınırına saldırmaları ve Alman topraklarını işgali eskiye oranla çok daha kolay sağlanacaktır.
İkili İttifak
Moltke bu tehlikeyi önlemenin yolunun Almanya’nın bir müttefik edinmesinden geçtiğine inandığından, 1879 yılında Bismarck’a Avusturya–Macaristan İmparatorluğu ile bir savunma ittifakında sayısız yararlar gördüğünü bildirir. Bismarck da aynı çizgide düşündüğünden, tarihe “İkili İttifak” olarak geçen savunma anlaşması aynı yıl içinde imzalanır. Daha anlaşmanın mürekkebi kurumadan Moltke’nin yeni planı hazırdır. Bu planda da bir öncekinde olduğu gibi bir cephede erken ve kesin bir sonuç almayı amaçlamaktadır ama bu defa düşünülen cephe doğu cephesidir. Bu değişikliğin nedeni Rus seferberliği tamamlanmadan yarım milyon kişilik Alman ve Avusturya ordularının cepheye intikal edebilmesidir. Bu arada az sayıda ihtiyat birlikleri batı sınırını olası Fransız saldırılarına karşı koruyacaklardır. Bu plan ve buna bağlı seferberlik cetvelleri her altı ayda bir elden geçirilip, politik koşulların gerektirdiği ufak tefek değişikliklerin yapılması dışında, temel bir değişikliğe uğramadan uzun bir zaman Alman Genel Kurmayının ana harekât planı olarak yürürlükte kaldı. Bu planın yanı sıra Moltke’nin kasasında sadece Rusya veya sadece Fransa ile savaşmak gerektiğinde kullanılabilecek iki başka plan daha vardı ve onlar da devamlı olarak güncelleştirilmekteydi.
Moltke 1888 yılında emekli olduğunda, tavsiyesi üzerine yerine 1882’den beri Genel Kurmay İkinci Başkanı olan Alfred Graf von Waldersee getirildi. Alfred von Schlieffen de ikinci başkanlığa atandı. İki yıl sonra da Waldersee’nin yerine kurmay başkanlığına getirildi ve 1905 yılına kadar bu makamda kaldı.
Schlieffen 1833’te Berlin’de doğmuştu. Asil bir Prusya ailesine mensuptu ve babası da bir subaydı. 1861 yılında Harp Akademisinden üstün başarı ile mezun olması ona Genel Kurmayın kapılarını açmıştı. Nitekim 1862’de Genel Kurmay Topografya Bölümünde görevlendirildi. 1870 yılında henüz bir yüzbaşı iken Mecklenburg–Schwerin Grandükü’nün komuta ettiği XIII. Kolordunun kurmay başkanlığına atanarak Loire vadisindeki savaşlara katılmış ve icraatı ile üstlerinin ilgisini çekmişti. Aynı yıl binbaşılığa terfi ettirildi. 1872’de çok sevdiği eşini doğum sırasında yitirince, kendini tamamen işine adadı. | Graf von Waldersee |
1871 ile 1884 arasında dönüşümlü olarak Genel Kurmayda ve kıtada hizmet gördü. O yıl Albay von Schlieffen Genel Kurmayın Harp Tarihi Dairesinin Başkanlığına getirildi. 1888 de ikinci başkan olana kadar Genel Kurmayın çeşitli dairelerinin başkanlığını yürüttü.
İki cepheli savaşa doğru
Schlieffen Genel Kurmay başkanı olarak kendisine öncelikle iki hedef koymuştu. Bunlar her olasılığa ve kombinezona karşı savaş planlarının hazırlanması ve güncel bir şekilde muhafazası ile Alman ordusunun savaş eğitim ve hazırlığının en üst düzeyde tutulmasıydı. Kötüye giden politik ilişkiler ve Rusya ile Fransa arasındaki yakınlaşma en önemli sorunu idi. Böyle bir ittifakın Alman ordusundan sayıca çok daha büyük kuvvetleri doğudan ve batıdan Alman sınırlarına yığabileceğini hesaplıyordu. Böyle bir koalisyona karşı koyabilmek için rakiplerinden daha iyi ve etkili bir seferberlik sistemine, daha üstün stratejik planlamaya ve en kıdemsiz neferden en kıdemli mareşala kadar bütün askerlerin daha yüksek savaş yeteneklerine ve ateş gücüne sahip olması gerektiğine inanıyordu. Lakin beri taraftan Alman kurmay sistemini taklit eden rakip silahlı kuvvetlerin de giderek daha güçlü ve verimli bir düzeye geldiklerini gözlemlemekteydi. Müellifi olduğu ve Alman ordusunun 1914 yılında uygulamaya koyduğu plan nedeni ile Schlieffen öncelikle bir stratejist ve planlamacı olarak tanınır. Oysa Genel Kurmay Başkanı olarak görev yaptığı bu ilk yıllarda zamanının adeta tümünü ordunun savaş yeteneklerinin geliştirilmesi ve ateş gücünün arttırılması için yoğun çalışmalar yaparak geçirmiştir.
1894 yılında korkulan felaket gerçekleşmiş, II. Wilhelm’in ve hempalarının çapsız dış politikası Rusya’yı adeta açık kollarla bekleyen Fransa’nın kucağına itmişti. Artık iki cepheli bir savaş su götürmez bir kesinlik kazanmıştı. Schlieffen bu koşullar altında ciddi bir strateji değişikliğinin gerektiğine inanıyordu. O da Moltke gibi, potansiyel iki düşmandan Rusya’nın daha beceriksiz ve yeteneksiz olduğunu düşünüyordu. Onun Moltke’den ayrıldığı nokta, Fransa seferberliğini tamamlayıp ciddi bir saldırı organize edene kadar doğu cephesinde kesin bir sonuç alınabileceği idi. Schlieffen’a göre Ruslar büyük olasılıkla 1812’de Napoleon’a yaptıkları gibi zaman kazanmak için toprak verecekler, uçsuz bucaksız Rusya’nın içlerine çekilirken de terk ettikleri yerleri yakıp yıkacaklardı. Bu da saldıran Alman birliklerinin irtibat hatlarının uzamasına, bu hatların korunması gibi sorunlara neden olacak; nihayet ileri harekâtın sonunda, vurucu güçlerini bir hayli yitirmiş olan Alman kuvvetlerinin karşısına taze kuvvetlerle çıkacaklardı. Bu arada Fransızlar da Rhein ırmağını savunan zayıf birlikleri her halde alt etme fırsatını bulacaktı.
Bir Alman dokuz Rus askerine bedeldi
Bütün bu olumsuzluklar Schlieffen’ı yeni bir plan tasarlamaya itti. Doğu cephesinde konuşlandırılacak ufak ve zayıf birlikler olası bir savaşın ilk aylarında Rusya’nın Doğu Prusya ve Silezya’ya oluşturduğu tehdidi karşılayabilirdi. Onu böyle düşünmeye iten yalnız Rus seferberlik sisteminin göreceli yavaşlığı değildi. Schlieffen haklı olarak Alman askerinin savaş güç, yetenek ve yönetiminin Ruslara oranla çok yüksek olduğunu düşünüyordu. Bunda da haksız olmadığı 1960’lı yıllarda ABD’de matematik modeller üzerinde yapılan araştırmalar tarafından doğrulanmıştır. Bu modeller savaş boyunca ortalama bir Alman askerinin dokuz Rus’a bedel olduğunu, ancak Tannenberg gibi bazı muharebelerde bu oranın bire ondörde hatta onaltıya kadar yükselebildiğini göstermiştir.
II. Wilhelm, 1938'de Beri yandan son 40 yılda gerçekleştirilen askeri reformlar Fransız ordusunu belki de dünyanın en iyi eğitimli ikinci ordusu durumuna getirmişti. Ancak Alman ordusunun eğitim, ateş gücü, yönetim ve savaş doktrini açısından hâlâ daha üstün olduğu tartışmasız bir gerçekti. Schlieffen bu üstünlüğü kullanarak batı cephesinde kesin sonuç almayı tasarlıyordu. Kafasında şekillenen tasarı seferberlik tamamlanır tamamlanmaz Alman ordusunun yüzde 90’ını büyük bir hızla ve üstün manevra yeteneğini en optimal şekilde kullanarak Fransa’ya saldırtmak ve Fransız ordusunu imha ederek Paris’i ele geçirmekti. Bu iş öylesine çabuk yapılmalıydı ki İngiltere savaşa girse dahi, seferî güçlerini Fransa’ya gönderip, cepheye sokacak zaman bulamamalıydı. Ancak Fransızların Almanya ile ortak sınırlarında ve sınır gerisinde
yaptıkları ve halen de yapmakta oldukları tahkimat ve kaleler düşündürücü idi. Bunlara saldırmak hem zaman, hem de ciddi can kaybına neden olacaktı. Bu kaleler nasıl aşılacaktı? Schlieffen’ın çözümlerinden biri bu kaleleri dövebilecek güçte, ancak hareket kabiliyeti düşük muhasara toplarının hareket kabiliyetini yükselterek sahra topçusunu bu yüksek kalibreli top ve howitzerlerle donatmak oldu. Savaş doktrinini de sahra topçusu ile piyadenin eş güdüm içinde çalışmasını sağlayacak ve ön saftaki ateş gücünü azamiye yükseltecek şekilde geliştirdi. Bu arada sınır geçilince ilerleme hızının düşmesini önlemek üzere, ele geçirilen düşman demiryollarını derhal tamir edecek ve hizmete sokacak bir sınıf oluşturdu. Bu sınıf demiryolu istihkamcıları idi. Bu değişiklikler ilk ağızda geleneklerine bağlı subay sınıfı tarafından bir ölçüde hayret ve rahatsızlıkla karşılanmakla birlikte, gelen savaşta Alman ordusunun düşmanlarına karşı ciddi bir üstünlük sağlamasını sağlamıştır.
Sonuçta Schlieffen’ın hazırladığı bu ilk plan 1894 yılında Genel Kurmayın savaş planı olarak onaylandı. Ancak Schlieffen gibi manevranın yararına ve gereğine inanan bir stratejist için Alman ordularının hazırlanmış tahkimata karşı cepheden bir saldırı yapmak zorunda kalması ciddi bir üzüntü ve rahatsızlık kaynağı idi. Bu sorunu üç yıl inceledikten sonra nihayet tarihi kararını verdi. Alman ordusunu Fransız tahkimatları önünde yitirmeyecekti. Bir savaş vukuunda, ordunun bir cüzü ile Fransız ordusunun sol cenahını kuzeyinden çevirerek Fransa’ya girecekti. Lakin bu manevrayı yapabilmek için Almanya’nın da Fransa ve İngiltere gibi bağımsızlığını garanti ettiği Belçika topraklarına girmek gerekmekteydi. Schlieffen bu sorunun da üstesinden geldiğini sandı. Genel bir savaş vukuunda Belçika’nın tarafsız kalması mümkün olamazdı. Ya Almanya ya da Fransa safında savaşa girecekti. O zaman bu iki durumda da Alman ordusunun Belçika’ya girmesi bir sorun olmayacaktı.
Fransızlara karşı planda düzenlemeler
Bu düşünce etrafında geliştirilen yeni taslağa göre Alman ordusunun % 14’ü doğu cephesinde Rusları oyalayacak, % 45’i Metz-Thionville kalelerinin kuzeyinde, % 41’i de güneyinde olmak üzere batı cephesinde konuşlandırılacaktı. Metz’in kuzeyinde mevzilenen birliklerin üçte ikisi, yani ordunun % 30’u Fransızların sol cenahını çevirecek manevra gücü olarak kullanılacaktı. Bu tasarılar yıllık manevralarda, altı ayda bir olası savaş alanlarını tanımak için yapılan kurmay gezilerinde ve yılda en az iki kez masa başında düzenlenen savaş oyunlarında gözden geçirilmekte ve elde edilen bulguların ışığı altında güncelleştirilmekteydiler.
1904 ve 1905 yıllarında oynanan savaş oyunları ve kurmay gezileri sonrasında Schlieffen, planda bazı düzeltmeler yapılması gerektiği kanısına vardı. Bu arada patlayan Rus–Japon savaşı, bu savaşta Rus ordusunun düştüğü zavallı durum ve ardından St. Petersburg’da başlayan isyan da planı etkileyen önemli faktörlerdi. Bu etmenlerin yanı sıra, Schlieffen Metz–Thionville tahkimatının güneyinden saldıracak Alman kuvvetlerinin hem Fransız tahkimatını aşabilecek kadar güçlü olmadığı, hem de bu kesimde çok zayiat verileceği kanaatına varmıştı.
Schlieffen planının 1905 versiyonuna göre doğu cephesinde görevlendirilen birlikler daha da azaltılıyor ve burada sadece 10 tümenden oluşan sekizinci ordu bırakılıyordu. Metz–Thionville güneyinde ise Alsace ve Lorraine’i korumak üzere sadece dörder tümenden oluşan altı ve yedinci ordular bulunacaktı. Muhtemel bir Fransız saldırısında bu tümenler düşmana mümkün olduğu kadar ağır | Alfred Graf von Schlieffen |
zayiat verdirerek yavaş yavaş geri çekileceklerdi. Bu onsekiz tümen dışında kalan bütün Alman sahra ordusu Metz–Thionville tahkimatının kuzeyinde mevzilendirilecekti. Bu birliklerden beş ordu teşkil ediliyordu. Bu orduların kuzeyden güneye sıralanışı birden beşe doğru idi. Bu beş ordunun en büyük ve güçlü olanı en kuzeyde konuşlanmış olan ve General Alexander von Kluck komutası altında bulunan 1’inci Ordu idi. Kuzeyden güneye indikçe hem orduların tümen sayısı azalıyor, hem de bu tümenlerin kalitesi düşüyordu.
Savaş başlar başlamaz 1’nci, 2’nci ve 3’ncü Ordular Belçika’ya girerek Fransız cephesinin kuzeyinden geçecek, yani Fransız sol cenahını çevirecek; sonra da İngiliz kanalı boyunca ilerleyerek Paris’i 1’nci ordunun sol tarafında bırakacak devasa bir çark çizeceklerdi. Bu arada 4’ncü ve 5’nci ordular da Metz–Thionville kuzeyinden gelişebilecek bir Fransız saldırısını karşılayacaklar; saldıran orduları cephelerinden tespit ederek, gelişen Alman harekâtı karşısında manevra yapmalarını önleyeceklerdi. Böylece hem Paris direnme olanağı bulamadan düşecek, hem de Fransızlar iki ateş arasında sıkışacak ve arkalarını şimdi ters yöne bakan kendi tahkimatlarına vererek, irtibat hatlarından uzak bir şekilde savaşmak durumunda kalacaklardı. Bu sayede tek darbede kesin sonuç alınabilecek ve Fransız orduları teslim olacak, ya da imha edilecekti. Böylesine önemli bir hedef için yapılmakta olan manevra geliştikçe cephe hattının genişleyeceği ve Alman irtibat hatlarının uzayacağını gören Schlieffen, bu nedenle sağ kanadın çok güçlü tutulmasını istiyordu.
“Sağ kanadı güçlü tutmayı unutmayın...”
Ne yazık ki planın bu yeni versiyonu hazırlanırken, artık 72 yaşına gelmiş olan Schlieffen atından düşerek yaralandı. Bu kazadan sonra sağlığı bozulan ve işini gerektiği gibi yürütemeyeceğini düşünen Schlieffen 1905 yılı sonunda kendini emekliye sevketti. Gitmeden önce de selefine uzun bir rapor yazarak planın son halinin gerekçelerini ve sağ kanadın yaşamsal önemini anlatarak, planın bu çizgiler çerçevesinde tamamlanması konusunda uyarılarda bulundu. Hatta sağ kanadın önemini vurgulamak için, Alman ordusunun doğal gelişimi içinde yaratılacak her yeni birliğin, bu birlik bir manga dahi olsa, sağ kanatta görevlendirilmesi gerektiğini kaydetmişti... Bu arada Alman sağ cenahı ile solu arasında şimdilik 100’e 15 olan oranın sağın lehine olarak 100’e dokuza indirilmesi gerektiğini, çünkü Fransızların saldırması halinde Almanların geri çekilmesinin daha fazla Fransız askerini oyalayacağı için, sağ kanadın işini daha da kolaylaştıracağını anlatıyordu. Zaten 1912 yılında son nefesini verirken dahi etrafındakilere, “Sağ kanadı güçlü tutmayı unutmayın” diye fısıldamıştı.
v. Moltke (1848-1916)Kaiser Wilhelm, Schlieffen’dan boşalan makama 1906 yılında Helmut Graf von Moltke’yi atadı. Bu Moltke, büyük Moltke’nin hem adaşı hem de yeğeniydi. Ama ne büyük Moltke’nin, ne de Schlieffen’ın ayarında bir stratejist ve komutandı. Gerçek askerlerin yanında en iddialı olduğu konuda cehaleti sırıtan Wilhelm, epeydir dalkavukları gerçekten liyakatli askerlere tercih eder olmuştu. Maalesef genç Moltke de bunlardan biriydi. Kendisine üç ölçü büyük gelen bu koltuğa oturduğunda, Schlieffen’a, yeni planı onun tanımladığı çerçevede hazırlayacağına söz vermişti. Ancak yıllar içinde Kaiser ve çevresinin de etkisi ile planı sulandırdı. İlerleyen yıllarda, Fransızların Alsace–Lorraine cephesinde ufak tefek geçici başarılar kazanmasının dahi prestij kaybına neden olacağını savunan Kaiser ve hempalarının aklına uydu ve 1910 yılında planda bir takım değişiklikler yaparak, bazı birlikleri sağ kanattan güneye, sola kaydırdı. Batı cephesinde mevzilenen Alman kuvvetlerinin iki kanadı arasında
Schlieffen’ın 100’e 9 olması için ısrar ettiği oran, bu son değişikliklerle 100’e 42 şeklinde değişti.
Alman ordusu 1914 yılında savaş başladığında Schlieffen’ın artık kuşa dönmüş bu planı uyarınca ileri harekâta başladı. Bu durumda bile Kluck ile 2’nci Ordu komutanı von Bülow hızla hedeflerine doğru ilerlemeye başladılar. Paniğe kapılan Fransız Yüksek Komutanlığı Alman saldırısını yavaşlatabilmek için, Ruslardan doğu cephesinde bir saldırı düzenlemelerini istediler. Ruslar Rennenkampf komutasındaki 1’nci Ordu ile Samsonov komutasındaki 2’nci Orduyu Doğu Prusya’ya sürdüler. Bu Rus ileri harekâtı Doğu Prusya’da bulunan Alman 8’nci Ordu komutanı von Prittwitz’i paniğe sürükledi. Moltke de, Prittwitz’i azlederek yerine ordu komutanı olarak Hindenburg’u ve ordu kurmay başkanı olarak da Ludendorff’u görevlendirdi. Bir de korkunç bir hata yaptı ve hızla ilerlemekte olan Alman sağ kanadından iki kolordu, yani dört tümen çekerek, doğuya gönderdi.
Sonun başlangıcı
Oysa ki durum Prittwitz’in çizdiği kadar kötü değildi. Prittwitz’in komutası altındaki 1’nci Kolordunun komutanı General von François ve kurmay başkanı Yarbay Max Hoffmann Genel Kurmay eğitimi almış subaylardı. Derhal bir harekât planı hazırladılar. Ludendorff ve Hindenburg da Doğu Prusya’ya vardıklarında hazırlanmış olan planı onayladılar. 1914 Ağustos’unun 26 ila 31’nci günleri arasında Almanlar bu planı uygulayarak Tannenberg meydan muharebesini kazandılar. Ola ki Moltke’nin Doğu Prusya’ya gönderdiği iki kolorduyu merak ediyorsunuzdur. Tannenberg zaferi kazanıldığında hâlâ trenle doğuya ilerliyorlardı.
Bu arada batı cephesinde Schlieffen’ın korktukları yavaş yavaş gerçekleşmektedir. Cephenin sağ kanadından kaydırılan güçler, özellikle doğuya gönderilen bu son iki kolordu yüzünden, giderek uzamakta olan cephe hattında boşluklar meydana gelmeye başlamıştır. Oluşan bu gedikleri kapamak için Alman sağ kanadı giderek sola kaymak zorunda kalır. Şimdi von Kluck Paris’in batısından değil, ancak doğusundan dolaşabilecektir. Ama bu dahi cephedeki gedikleri kapatamaz. İki kolordu trenle doğuya giderken, cephede, onların olması gerektiği yerde, 1’nci ve 2’nci Orduların arasında yaklaşık 30 kilometrelik bir büyük gedik açılır. Bu da Alman ileri harekâtının sonunun başlangıcıdır.
Rus cephesinden, 1914 Schlieffen ve planı büyük strateji, yani devlet politikası açısından acımasızca tenkit edilebilir ve edilmiştir. Hariciye ile hiçbir eşgüdüme gereksinim duymadan Belçika hakkında yapılan varsayımlar, yeri geldiğinde Alman hükumetinin elini kolunu bağlamış ve hareket kabiliyetini ciddi şekilde sınırlamıştır. Büyük Britanya’nın savaşa girmesi büyük ölçüde Almanya’nın Belçika’ya saldırısı ile ilişkilendirilebilir. Planı stratejik açıdan da tenkit edenler çıkmıştır. Ben bunun haksız olduğuna inanıyorum. İyice sulandırılmış haliyle bile Schlieffen planı başarıya çok yaklaşmıştır. Eğer sağ cenah Moltke tarafından insafsızca kırpılmasaydı, Paris haftalar içinde düşebilir, savaşın çehresi inanılmaz şekilde değişebilirdi.
Planın bu güdük haliyle bile Almanların Fransa’nın madenler ve endüstri açısından en zengin bölgelerini ele geçirmelerini ve dört yıl boyunca büyük Moltke’nin öngördüğü stratejik saldırı – taktik savunma ilkesinin uygulanabilmesini sağlamış olduğunu gözden uzak tutmamak gerekiyor. Bazı eleştirmenler de Schlieffen’ın sağ cenahı güçlü tutmak uğruna Doğu Prusya ile Alsace ve Lorraine’i çok zayıf bıraktığını, yani gereksiz riskler aldığını savunmaktadırlar. Tannenberg zaferi Doğu Prusya konusunda eleştiride bulunanlara en güzel yanıttır. Kaldı ki büyük sonuçların alınabilmesi için akıllıca ve ölçülü risklerin alınması kaçınılmazdır. Bunun güzel bir örneği Kurtuluş Savaşımızda da mevcuttur. Büyük Atatürk’ün Dumlupınar zaferini kazanmak için Afyon bölgesinde bir sıklet merkezi oluşturması gerekmekteydi. Bu sıklet merkezinin sağlanabilmesi için cephenin kuzeyinin nerede ise tamamen boşaltıldığını ve buradaki kuvvetlerin geceler boyu düşman cephesinin önünden geçirilerek güneye kaydırıldığını anımsatmakta yarar görüyorum.